Dünyalık Eğitimler ve Kur’ân Kursları

|06. Şub, 2011 | Okuma Köşesi |

lkbaharın ilk ayında, Pazar günüydü. Tarihi Mısrî camisinde hatimle kıldıkları sabah namazından sonra, namazda okuduğu ayetlerin mealini anlatan Hafız Hoca efendi, oldukça güzel üslubuyla dinleyenleri mest etmişti. Bu nedenle camiden bugün biraz geç çıktılar. Güneş doğmuş, işrak vakti girmek üzereydi. Hacı Mehmet bey, köşeye vardığında evine doğru değil, şehir merkezine doğru yöneldi. Kahvaltıda, hanımıyla birlikte yemek üzere simit alacaktı. Hanımı da kendisi de bol susamlı taze simidi çok severlerdi.

Eskiden, sabahları simitçilerin keskin sesleri ile ortalığı çınlatıp, mahalle mahalle dolaşarak sattıkları simitler şimdi, şehirlerin en işlek yerlerinde, saraylarda satılır olmuştu. Yoksa halk epey zenginleşmiş de simit satacak çocuk mu kalmamıştı diye düşünürken, çoğunluğunu çocukların oluşturduğu kalabalık bir köşeye vardı. Akın akın daha bir çok çocuk buraya toplanıyorlardı. Orada bulunan çocuklara sordu:

– Hayrola evladım, buradaki kalabalık nedir? Çocuklardan biri cevapladı bu soruyu:

– Hacı amca, bugün STS var. Şifre gibi kelimelerden bir şey anlamayan Hacı Mehmet bey tekrar sordu:

– O da ne yavrum? Çocuk konuyu en başından anlatmanın daha doğru olacağını düşünerek:

– Amca burası bir dershane. Bu gün burada STS yani seviye tespit sınavı var. Yani dersaneye gireceklerin başarı durumu ölçülecek, ona göre sınıflar oluşturulacak. Sonra dersanede aylar süren ders ve deneme sınavları, sonra gerçek sınavlar yapılacak, lisede okuyacağımız okullar belirlenecek, sonra yine dersane, okul, denemeler, sınavlar derken üniversitede okuyacaklar belirlenecek. Sonra tekrar dersane, deneme, sonunda yine sınav, devlet memuru olmaya çalışılacak…

– İşiniz pek uzun ve zormuş evladım. Allah yardımcınız olsun.

– Âmin amcacığım…

– Peki bu dersaneler ucuz mu?

– Nerdeeen amcacığım. İki bin ile üç bin TL arasında.

– Allah babalarınızın da yardımcısı olsun.

– Âmin!.. dedi çocuklar.

Hacı Mehmet bey, binanın önündeki bol “S”li ilanlara baktı. KPSS, ÖSS, SBS, LGS, YGS, ALES… Simitçi çocukların nereye gittiğini biraz anlamış gibiydi. Baharla birlikte başlayan sınav maratonunda, başarılı olmak için çocukların pek çoğu, yaz kış demeden dershanelere gidiyordu anlaşılan.

Dersanenin bitişiğindeki simit sarayından, onlarca çeşit simit-poğaça arasından iki tane sade, bol susamlı simitlerini aldı, eve dönmek üzere yola koyuldu. Yine dersanenin önünden geçerken kapı komşusu Erhan beyi gördü. Selamlaştılar.

– Hayrola Mehmet abi dedi Erhan bey.

– Hayır hayır komşum, simit aldım eve gidiyorum. Ya sen ne yapıyorsun? Erhan bey yanındaki ilkokul dördüncü sınıfa giden kızını göstererek:

– Çocuğu getirdim, sınava girecek, dedi.

– Maşaallah Esra kızım, Allah zihin açıklığı versin, dedi Hacı Mehmet bey.

– Teşekkür ederim Mehmet amca, dedi Esra. Hacı Mehmet bey, Erhan beye yol arkadaşlığı teklif etti.

– Eve döneceksen buyur birlikte gidelim.

– Olur Mehmet abi, gidelim. Erhan bey kızına döndü:

– Kızım hoşça kal, başarılar dilerim, ben Mehmet amcanla dönüyorum…

– Sağol baba teşekkür ederim, dönüşte ben gelirim, dedi.

Kalabalıktan ayrıldılar. Yolda yürürlerken Hacı Mehmet bey komşusu Erhan beyin önce hal ve hatırını sordu, sonra da:

– Sen öğretmensin, yine de kurs gerekiyor öyle mi?

– Öğretmenim ama dersane kültürü farklı oluyor Mehmet abi. Test tekniği farklı bir şey. Sonra çocuk için evde düzenli olarak ayıracak zaman olmuyor.

– Erhan bey, ben şunu merak ediyorum: Okul, dersane filan derken bu çocuklar ne zaman oyun oynayacak? Oyunu bırak ne zaman dinlenecekler?

– Sokak oyunları zaten iyice azaldı Mehmet abi. Evde bilgisayardan biraz sanal oyun oynayabiliyorlar, biraz televizyon seyrediyorlar o kadar. Dinlenme ise ancak yatmadaaan yatmaya. Ne yapalım devir böyle.

– Çocuklar yarış atı gibi yani. Yahu yarış atları bile belirli zamanlarda dinlendirilir. Peki birde bunun Ahiret yönü var. Dini bilgilerini ne zaman ve nasıl öğrenecek bu günahsız yavrular.

– İşin o yönünü düşünenler camilerdeki yaz kur’ân kurslarına gönderiyorlar.

– Dünya için tahsil kaç sene sürüyor?

– İlköğretim sekiz yıldı, şimdi okul öncesi de zorunlu olunca bir yıl daha eklendi böylece tam dokuz yıl mecburi. Dört yıl da lise, hemen hemen her çocuk bunu da okumak zorunda. Dört yıllık yüksek okul kazanır, hiç sene kaybetmezse toplam on yedi yıl, hazırlık falan okursa onsekiz, tıp gibi yerler okursa yirmi yıl maalesef. Yüksek okul okumazsa on üç yıl.

– Torunum Erva, seneye okula başlayacağım diye seviniyor. Bu kadar uzun okula gideceğinin şuurunda olsa herhalde o kadar sevinmezdi, değil mi?

– Evet Hacı abi.

– Dünyaya 15-20 yıl ayrılıyor, Ahiret için de bir yıl ayırsalar çok mu?

– Çok değil belki ama, bazı liseler ara vermeyi kabul etmediği için sadece yaz kurslarına mecbur kalınıyor.

– O da günde üç saat, haftada beş gün, sekiz hafta, yani toplam yüz yirmi saat öyle mi?

– Evet öyle.

– Bizim çocukluğumuzda okullar 19 Mayıstan sonra kapanır, 20 Eylüle kadar tam dört ay tatil olurdu. Cumartesi Pazar dahil her gün hem sabah, hem de öğleden sonra kur’ân kursuna gidilirdi. İlkokuldan liseye kadar her yaz seve seve giderdik. Dersane falan meşhur değildi o zamanlar. Hesaplayacak olursan, yaz döneminde, kış dönemi okuldaki ders sayısı kadar ders görürdük. Bu vesileyle hem köydeki kur’ân kursu mektep arkadaşım, hem de ortaokuldan sınıf arkadaşım olan Mevlüt’ün bir askerlik hatırasını nakledeyim. İzmir’deki birliğinde, tabur imamı olan İmam Hatip Lisesi mezunu antalyalı Recep hoca varmış. Birlikteki camiye gelip giderken arkadaş olmuşlar. Bizim arkadaş Mevlüt, sadece yazları devam ettiği kur’ân kurslarında biraz iyi yetişmiş olduğundan, Recep hoca Mevlüt’ü önce ilahiyat mezunu zannetmiş. Sonra İmam Hatip çıkışlı olduğunu iddia etmiş. Mevlüt, kendisinin Afyon Lisesi mezunu olduğuna Recep hocayı zor ikna etmiş. Biz de zaten Mevlüt’e Hoca lakabı vermiştik. Bir köyde tek başına imamlığı yürütecek kadar bilgili olarak yetişmişti.

– Maşaallah, ne güzel.

– Şimdi kur’ân kurslarına talebe bulmakta zorlanıyoruz. Hani geçen kandil mübarek günü seninle gittiğimiz yeni yapılan kur’ân kursu var ya?

– Şu Uydukentteki Altınoluk Kız kurân kursu mu?

– Evet sen de çok beğenmiştin. Gören herkes beğeniyor, kursunuz beş yıldızlı olmuş diyor. Diyanet müfettişleri de çok beğendi, müftü de. Ama, yüz yirmi kişi kapasiteli kursa ancak yirmi beş öğrenci bulabildik. Afyonkarahisar şehir nüfusu 165 bin. Binde bir kişi gelmiş olsa 165 kişi eder değil mi?… Hani nerede bu çocuklar?…

– Çok haklısın Mehmet abi, dedi Erhan bey mahçup bir tavırla. Mahçuptu çünkü Erhan beyde mevzuat gereği hala kızını kur’ân kursuna gönderememişti. İlköğretimi bitirdikten sonra göndermeyi düşünüyordu.

Bu sırada ana caddeyi geçmek için ışıkta beklediler. Yolun karşısında da diğer komşularının çocukları Furkan ile Nur bekliyorlardı. Furkan’ın sırtında en az kendi boyu kadar, özel kılıfı içinde çalgı aleti vardı. Taşırken yere değmesin diye aletin sapını başının iki karış üzerine doğru uzatmış, zorlanarak taşıyordu. Nur ise eşofmanlarını giymiş, sırtında spor malzemelerini taşıdığı çantası vardı. Furkan’ın müzik kursuna, Nur’un ise yüzme kursuna gittiğini duymuşlardı. Işık müsait olunca Furkan ve Nur’la yolun tam ortasında selamlaşıp geçtiler.

Konuşa konuşa yürümeye devam ettiler. Evlerine az kalmıştı.. Hacı Mehmet bey sözlerini toparlamak istiyordu.

– Bak komşum Erhan bey. Mahşer günü Allah hepimize: “Benim kitabımı okumayı neden öğrenmediniz? Çocuklarınıza neden öğretmediniz? Benim kitabımın İngilizce kitapları kadar kıymeti yok muydu? Okul, Dersane, Müzik, İngilizce, Spor kursları kadar kur’ân kurslarının değeri yok muydu? Bugün hangi dünyalık makam, mal, mülk, hangi diploma, sertifika, hangi evlat sizi kurtaracak? Şimdi hangi yüzle huzuruma çıkıp, af diliyor, hangi yüzle Cenneti istiyorsunuz?” diye soracak olursa biz ne cevap verecek, nasıl bir mazeret bulacağız? Mazeretimiz kabul görecek mi?…

– Çok doğru söylüyorsun Mehmet abi.

Bu sırada evlerinin önüne gelmişlerdi. Hacı Mehmet bey sözünü şöyle bitirdi:

– Haa bir de şunu söylemek istiyorum. Biliyorsun ama yine de söyleyeyim, kur’ân kursları çifte kazanç mekanlarıdır.

Birincisi, çocuklarımızın manevi tahsili ve terbiyesi ile birlikte, özellikle kız çocuklarına lazım olacak çeşitli el becerilerinin de kazandırıldığı yerlerdir.

İkincisi, malımızın zekatını, sadakasını gönül rahatlığıyla verebileceğimiz, mali mes’uliyetten bizi kurtaracak, devamlı açık hayır kapılarıdır.

Hayırlı günler komşum biraz fazla konuştum hakkını helal et. Bugün biraz geciktik, hanım çayı hazırlamıştır. O benim cep telefonumu çaldırmadan ben kapıyı çalayım… İkisi de tebessüm ettiler.

– Size de hayırlı günler Mehmet abi. Ne hakkı, tabii ki helâl olsun. Allah sizden razı olsun, dedi. İki komşu aynı anda evlerinin kapı zillerine bastılar…

Ahmet Başer/ 2010

Henüz Yorum Yok.

Yorum

Name (required)

Email (will not be published) (required)

Website