Kurân Tilâveti

|06. Mar, 2011 | Okuma Köşesi |

Bu yazı dizisinde değerlendirmeye çalıştığımız İmam el-Evzâî’ye (v. 157) göre “sahâbe neslinin kıvam göstergeleri”nin dördüncüsü Kur’an tilâvetidır. Biz de bu yazımızda, sahâbîlerin “tilâvetü’l-Kur’ân” özelliğini tahlil etmeye çalışacağız.

Kıvam Kaynağı Kur’an

Kur’an-ı Kerîm’in nüzûlü ile tarih sahnesine çıkmış olan sahâbîler –Allah kendilerinden râzı olsun-, müslüman kimliğinin farkına da Kur’an ile varmışlardır. Aynı zamanda onlar Kur’an-ı Kerîm’in ilk muhatapları ve nüzûlünün tanıklarıdır. Bu sebeple sahâbîlerin Kur’an-ı Kerîm ile ilişkilerinin oldukça sağlıklı ve üst düzeyde bulunması bir anlamda pek tabiîdir. Onların tanıtıcı özellikleri arasında Kur’an tilavetinin yer alması, isabeti yanında o neslin ayrıcalıklı niteliğini oluşturan en temel kaynağı (Kur’ân-ı Kerîm) dikkatlere sunmak anlamına gelmektedir. Bu açıdan el-Evzâî’nin konuya ilişkin tesbiti gerçekten büyük anlam ve önem arzetmektedir.

Bilinen bir gerçektir ki gerek İslâm’ın varlığı gerekse müslüman kişi ve toplumların müslümanlık seviyesi ve kıvamı, Kur’an-ı Kerîm ile ilişkilerine bağlıdır. Kur’ân-ı Kerim’e odaklanmayan bir düşünce, eylem ve hayat, İslâm ölçüleri çerçevesinde yoz bir hayattır ve sadece tebliğ hedefi olarak bir “kıymet” ifade eder.

İslâm’ın başlangıç yıllarında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Kur’an”, “âyet”, “vahy” gibi kavramların müslümanların kafa ve gönüllerinde iyice yerleşip billurlaşmasına kadar Kur’ân’ın ihmaline herhangi bir şekilde ve sebeple yol açmamak için, kendi sözlerinin (hadislerin) yazılmasını bile yasaklamıştır. Efendimizin bu tavrı İslâm toplumları ve müslüman bireyler için Kur’ân-ı Kerîm’in, ne derece hayatî bir konumda olduğunu ve olması gerektiğini tespit, tescil ve teşhir eden metod değeri pek yüksek târihî ve peygamberî bir uygulamadır.

Bu durumun bilincinde olan sahâbîler bir yandan Kur’ân-ı Kerîm’e gösterdikleri özenle dikkat çekerlerken bir taraftan da Kur’ân’ın ihmal edilip edilmeme endişe ve güvenine dayalı olarak hadislerin yazılmasından başlamak üzere diğer bilimsel faaliyetlere olumlu veya olumsuz tepkilerde bulunmuş ve yaklaşımlar sergilemiş olmalarıyla Kur’an kaynaklı düşünce, kültür ve medeniyet dünyasının ilk temsilcileri olmuşlardır.

Bu gelişme, herşeyden önce Kur’an-ı Kerim’in okunan, bellenen, ihmal edilmesine asla göz yumulmayan ve en önemlisi de yaşanan bir kitap olarak, sahâbilerin hayatının özünde ve genelinde tartışılmaz bir yere sahip olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.

Kur’an Zengini Hayat

Kur’an vahyi ile şekillenmeye başlayan sahâbilerin hayatı, hiç kuşkusuz, maddî ve mânevî anlamda Kur’an zengini bir hayattır. Nitekim “Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan kimileri ‘Bu sizin hanginizin imanını artırdı?’ derler. O, iman edenlerin imanını artırır ve onlar bununla sevinirler”1 âyeti, bir taraftan bu gerçeği ortaya koyarken bir taraftan da aslında o günün insanlarının söz konusu zenginliğin farkında olduklarını, ama onlardan kimilerinin bunu inkar etmeye yeltendiklerini bildirmektedir.2

Sahâbilerin -özellikle başlangıç dönemi için- Kur’an-ı Kerim’e yaklaşımlarını belirleyen Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh’e ait şu tespit, sözünü ettiğimiz Kur’an zengini hayatın nasıl gerçekleştirildiğine ışık tutmakta ve aynı zamanda sahâbîlerin bu konuda da diğer müslümanlardan farkını ortaya koymaktadır. O diyor ki;

“Bizden bir sahâbî, on âyet öğrendiği zaman, o âyetlerin anlamını iyice kavrayıp onlarla amel etmeden başka âyetleri öğrenmeye kalkışmazdı.”3

Hiç şüphesiz herkes kendi gücü ve imkanları ölçüsünde öğrendiği Kur’an gerçeklerini hayatına yansıtmaya çalışacaktır. Sahâbîlerin özelliğini oluşturan ortak nokta, onların öğrendiklerini yaşamayı benimsemiş, din pratiği üst düzeyde ve bu işin temeline de Kur’an’ı yerleştirmiş bir toplum olmalarıdır.

Öte yandan bilinen bir gerçektir ki, bilgi yaşanarak korunur ve pekiştirilir. Sahâbîler de Kur’an bilgilerini kendi imkanları çerçevesinde yaşayarak geliştiriyor ve böylece hayatlarını şekillendiriyorlardı.

Sahâbîler arasında yaygınlaşan ve sonraki müslüman nesillere de intikal eden her gün belli bir miktar Kur’an okuma (Hizb), Kur’an’ı tümüyle ezberleme (Hıfz-hafızlık)ve özellikle Ramazan aylarında gerçekleştirilen Kur’an-ı Kerîm’i baştan sona okuyup dinleme (Mukâbele) gelenekleri, Kur’an ile zenginleştirilmiş hayatın tilavet ağırlıklı uygulamalarından bazı güzelliklerdir.

Sahâbîlerin Kur’an tilâvetine olan düşkünlükleri ve Kur’an’ı baştan sona okuyup hatmetme iştiyakları, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından “haftada bir hatim” sınırlamasının getirilmesine sebep olmuştur.4

Kur’an Okuma Cihadı

Sahâbilerin hayatında Kur’an’ın yeri ile ilgili değerlendirmeler yapılırken işaret edilmesi gerekli bir özellik de Hz. Peygamber’in yaptığı gibi onların da kendilerini ifadeye, inançlarını izhara ve İslâm’ı insanlara ulaştırmaya (tebliğ-cihad) Kur’an tilavetiyle başlamış olmalarıdır. Meselâ sahâbîlerin önde gelen kârîlerinden Abdullah İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın, İslâm’ın daha ilk yıllarında Ka’be’de müşriklere karşı Kur’an okuması ve Hz. Ebû Bekr’in özel mescidindeki –müşrik reislerinin dinlemeden edemedikleri- Kur’an kıraatı, Kur’an ile tebliğ ya da cihad faaliyetlerinin ilgi çekici iki örneğidir.

Kur’an İle İlişkiler Ağı

Kur’ân ile ilişkilerin en başında, onun, usulüne uygun şekilde okunması/kıraatı gelir. Tilâvetü’l-Kur’ân, sadece sevap kazanmak açısından değil, Kur’anla ilişkilerin başlangıcı olması bakımından da çok büyük bir öneme sahiptir. Kıraat’ın, tilâvet düzeyinde, tecvid kurallarına uygun olarak san’at boyutuyla icrası ise, diğer yönlerdeki ilişkilerin de derinliğine işaret eder. Hayatın müslümanca anlamlandırılmasının ve yaşanmasının yolu, tilâvetü’l-Kur’an’dan geçer. Çünkü okumak, öğrenmeyi, düşünmeyi ve anlamayı; anlamak, kavramayı ve yaşamayı gerektirir. Okumayan/okuyamayan anlama isteği duymaz. Düşünme, kavrama ve yaşama ise öyleleri için pek mes’ele olmaz. Böyle bir durum ise, ancak koskoca bir “mahrûmiyet” kelimesiyle ifade edilebilir. Hz. Peygamber’in; “Hâfızasında Kur’andan bir şey bulunmayan beden, harab olmuş ev gibidir”5 beyân ve benzetmesi herhalde söz konusu mahrûmiyeti tespit ve ilan etmektedir. Söylemeye bile gerek yoktur ki –Allah kendilerinden razı olsun- sahâbilerin hayatı böylesine bir mahrûmiyetten uzaktı.

O halde hayatımıza “Sahabe kıvamı”ndan izler taşıyabilmek için önce Kur’an- Kerîm’i okumayı öğrenmek ve belli bir düzen içinde o ilahî kelâmı okuma alışkanlığını kazanmak ve sonra da mümkün olduğunca onun dünyasında onu anlayıp imkanlar ölçüsünde yaşamaya çalışmak gerekmektedir.

Dipnotlar:1 et-Tevbe (9), 124

2 Buradan hareketle günümüzde de anlamı ve içeriği kavranan her âyet ve sûrenin, inananların imanını kuvvetlendireceği inkar edilemez..

3 Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, IV, 271

4 Bk. Buhâri, Fedâilü’l-Kur’ân, 34

5 Tirmizî, Sevâbü’l-Kurân 18; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned , I, 223

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
Altınoluk Dergisi, 2004 – Mayis, Sayı: 219, Sayfa: 042

Henüz Yorum Yok.

Yorum

Name (required)

Email (will not be published) (required)

Website